Nedir bu işveren
markası?
Kavramı gündeme
getiren Simon Barrow, İşveren markasını ‘İşveren tarafından sunulan
fonksiyonel, ekonomik ve psikolojik yararlar paketi’ olarak tanımlamıştır. Şu
sıralar ekonomik yararlara nazaran fonksiyonel ve psikolojik yararların daha
ağır bastığı bilinmektedir. Çünkü çalışanların beklentileri farklılaştı. Birçok
mecrada Y ve Z kuşağı olarak adlandırılan yeni nesil insan kaynağının
işverenden istediği fırsatlar, uygulamalar, tutumlar vb. nelerdir? Bu ve bunun
gibi soruları cevaplandırmadan, adayı ya da çalışanı iyi analiz etmeden
basmakalıp prosedürleri uygulayarak işveren markası olgusunu oluşturmanın
çabasındaysak eğer kendimizi kandırıyor olabiliriz.
İnsan gücü bugüne
kadar ve bugün de işletme için emek faktörü çatısı altında yer alan en büyük
girdi. Ancak çalışanını önemseyen ve çalışan lehine eylemlerde bulunan işletmeler
sahiplenme duygusunu aşılayıp bu faktörü yaşattığında istedikleri ölçüde uzun
soluklu olmayı başarabiliyor. Tabi teknolojik gelişmelerle beraber emek
faktörünün geleceği de merak konusu. Gerçek olan bir şey varsa o da başrol
oyuncusunun hala insan olduğudur.
Türkiye’de ki
işsizlerin %21’i üniversite mezunu iken, bu mezunların neden işsiz olduklarını
(iş aramayanlar hariç) tahmin edebilmek zor olmasa gerek. Ederinden fazla
ücret, daha yüksek mevki, sıra dışı yan haklar vb. talep ettikleri için
işveren, gerçekten donanımlı adayları bulmak uğruna olabildiğince çaba sarf ederek
bir takım maliyetlerin altına girmek zorunda kalıyor. Bunun üstüne birde
icraattan çok laf ebeliği yapan İnsan Kaynakları Birimleri girince işin içinden
çıkmak bir hayli güçleşiyor. Piyasada bulunan ya da piyasaya girmek üzere olan
kuşağa uygulanan stratejilerin bu kesimin talebine odaklanılarak uygulanması;
işvereni rakiplerine nazaran daha çok tercih edilen konumuna getiriyor. Bu işi
çok iyi yapan firmalar var ve tekrar tekrar değinme gereği duymuyoruz, çünkü uygulamalara
ulaşabilmek ve esinlenmek çok kolay ancak üretebilme yetisi geçmişten günümüze
hala aynı…
Günün şartlarında
çalışan bağlılığı, motivasyon, memnuniyet vb. duyguları anlamak için empati
artık yetmiyor. Ne kadar uçuk görünse de zincirin son halkasında ki olup biteni
bilmeyen, çalışanının çalışma koşullarından bihaber olan İnsan Kaynakları
Biriminin, çalışanı elinde tutmak için yeteri kadar girişimde bulunmaması sizce
de normal değil mi? Çalışanın gününü nasıl geçirdiğini gözlemleyerek değil yaşayarak
öğrenmeyi savunuyoruz.
Eğer ki çalışanımıza
gönülden bir ‘İşletmem sen çok yaşa!’(Vb. türevlerini) dedirtebiliyorsak
uygulamalarımız etkisini gösteriyor demektir.
İçinde derin
anlamlar taşıyan ve ilham kaynağı olan Şeyh Edebali’nin şu cümlesi ile yazımıza
son veriyoruz;
‘’İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN’’
İK BEYLİĞİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder