24 Temmuz 2015 Cuma

İşletmem Sen Çok Yaşa !


Nedir bu işveren markası?

Kavramı gündeme getiren Simon Barrow, İşveren markasını ‘İşveren tarafından sunulan fonksiyonel, ekonomik ve psikolojik yararlar paketi’ olarak tanımlamıştır. Şu sıralar ekonomik yararlara nazaran fonksiyonel ve psikolojik yararların daha ağır bastığı bilinmektedir. Çünkü çalışanların beklentileri farklılaştı. Birçok mecrada Y ve Z kuşağı olarak adlandırılan yeni nesil insan kaynağının işverenden istediği fırsatlar, uygulamalar, tutumlar vb. nelerdir? Bu ve bunun gibi soruları cevaplandırmadan, adayı ya da çalışanı iyi analiz etmeden basmakalıp prosedürleri uygulayarak işveren markası olgusunu oluşturmanın çabasındaysak eğer kendimizi kandırıyor olabiliriz.

İnsan gücü bugüne kadar ve bugün de işletme için emek faktörü çatısı altında yer alan en büyük girdi. Ancak çalışanını önemseyen ve çalışan lehine eylemlerde bulunan işletmeler sahiplenme duygusunu aşılayıp bu faktörü yaşattığında istedikleri ölçüde uzun soluklu olmayı başarabiliyor. Tabi teknolojik gelişmelerle beraber emek faktörünün geleceği de merak konusu. Gerçek olan bir şey varsa o da başrol oyuncusunun hala insan olduğudur.

Türkiye’de ki işsizlerin %21’i üniversite mezunu iken, bu mezunların neden işsiz olduklarını (iş aramayanlar hariç) tahmin edebilmek zor olmasa gerek. Ederinden fazla ücret, daha yüksek mevki, sıra dışı yan haklar vb. talep ettikleri için işveren, gerçekten donanımlı adayları bulmak uğruna olabildiğince çaba sarf ederek bir takım maliyetlerin altına girmek zorunda kalıyor. Bunun üstüne birde icraattan çok laf ebeliği yapan İnsan Kaynakları Birimleri girince işin içinden çıkmak bir hayli güçleşiyor. Piyasada bulunan ya da piyasaya girmek üzere olan kuşağa uygulanan stratejilerin bu kesimin talebine odaklanılarak uygulanması; işvereni rakiplerine nazaran daha çok tercih edilen konumuna getiriyor. Bu işi çok iyi yapan firmalar var ve tekrar tekrar değinme gereği duymuyoruz, çünkü uygulamalara ulaşabilmek ve esinlenmek çok kolay ancak üretebilme yetisi geçmişten günümüze hala aynı…

Günün şartlarında çalışan bağlılığı, motivasyon, memnuniyet vb. duyguları anlamak için empati artık yetmiyor. Ne kadar uçuk görünse de zincirin son halkasında ki olup biteni bilmeyen, çalışanının çalışma koşullarından bihaber olan İnsan Kaynakları Biriminin, çalışanı elinde tutmak için yeteri kadar girişimde bulunmaması sizce de normal değil mi? Çalışanın gününü nasıl geçirdiğini gözlemleyerek değil yaşayarak öğrenmeyi savunuyoruz.

Eğer ki çalışanımıza gönülden bir ‘İşletmem sen çok yaşa!’(Vb. türevlerini) dedirtebiliyorsak uygulamalarımız etkisini gösteriyor demektir.
İçinde derin anlamlar taşıyan ve ilham kaynağı olan Şeyh Edebali’nin şu cümlesi ile yazımıza son veriyoruz;
                                                
                                       ‘’İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN’’


                                                                                                           İK BEYLİĞİ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder